Ocak Köyü’ndeki tarihi taş fırın seferberlik yıllarında askere gidip de dönmeyen Ocaklı gençler tarafından yapılmıştır.
Bugün içinde öğrencisi bulunmayan okulumuz, 1969 yılında köy muhtarı olan rahmetle anacağımız Hasan Ataibiş’in gayretleri ile yapılmıştır. Okul arsasını Haydar ve Mustafa Gürer kardeşler bağışlamıştır. Okulun yapımı için taşınacak malzemeleri eski fırın eskimesini de göz önünde tutularak yıkılıyor. İnşaat için yol açılmış daha sonra, okulu yapan ustalar ve köylülerin genci ihtiyarı birlikte çalışarak bugünkü tarihi taş fırını eski özelliğini koruyacak şekilde 1971 yılında yeniden yapmışlardır. Köyümüzdeki ilk taş fırını yapan gençlerimizin kimisi Yemen'de, kimisi Sarıkamış'ta, bir kısmı da 93 harbi diye anılan Osmanlı-.Rus savaşına giderek şehit olmuş, isimleri hatıralarda kalmıştır.
Bugünkü taş fırın şehitlerimizin hatırası olarak yaşatılmaktadır.
Köyde yaşayan nüfusun beş altı yüz kişiyi bulduğu yaklaşık elli yıl önce, ekmek tüketiminin çok daha fazla olduğu bir gerçekti. Günümüzde artık kullanılmayan, ancak bütün alet ve gereçleriyle kullanılır biçimde ayakta duran köy fırını, o günlerin mübrem bir ihtiyacı olarak hizmete sokulmuş ve yıllar boyu faaliyetini sürdürmüştü. Birkaç yıl önce onarılmış ve üzerine saç kaplamalı çatı yapılmıştı. Ekmek pişirilir fırın bölümü ağıza doğru hafif meyillidir. Ateş dayanıklı bir zemin üzerine kubbeli bir tavanı ve bunu bağlayan bacası vardır. İçerisine girilip çıkılacak kadar yüksek olan kubbesinin iki yanı, bir çevre duvarı üzerine oturtulmuştur.
Ekmek, günümüzde Arapkir ve Kemaliye'de üretilen gibi yufka inceliğinde yapılırdı. Fırın, yılın belirli aylarında fırıncılar yönetiminde çalışır, kış boyunca kapalı kalırdı. Ekmek pişirmek isteyenler ununu getirir, belirli bir bedel karşılığında ekmeğini pişirtirdi. Bu sistemin en büyük özelliği de, pişirilen ekmeklerin bir kaç aylık ihtiyacı karşılayacak kadar çokça yapılmasıydı. Ekmekler evlerde gerilen iplek üzerinde veya üst üste konularak raflarda saklanırdı. İsteğe göre mayalı veya mayasız yapılır, çok gevrek ve narin olduğu için yeneceği zaman üzerine su serpilirdi.
Fırının çalıştığı aylarda köy yaşamı, daha canlı ve hareketli olurdu. Ekmek yapmak için dışarıdan un satın alınmazdı. Çoğunlukla her aile, günümüzde taş yığınlarının kümelendiği tarlasını ekip biçerdi. Elde ettiği buğday, ihtiyacına kafi gelmezse, buğday olarak satın alırdı. Çeşme önünde geniş bakır leğenlerde yıkanan buğdaylar, damlara serilen çullar üzerinde kurumaya bırakılır, kuruyunca da çuvallara doldurulurdu.
Un yapmak için çuvallara doldurulan buğdaylar, hayvanlara yüklenerek köye en yakın Efeler (Tarhanik) veya Çit köylerindeki su değirmenlerine taşınırdı. Günümüzde artık geçerli olmayan ve kaderine terk edilmiş bu değirmenler, güz aylarında yoğun bir çalışma içinde yöre halkına hizmet verirdi. Bütün kış boyunca kullanılacak un, evlerde tahtadan yapılmış un ambarlarında veya büyük kendir çuvallarda saklanırdı.
Buğday, su kuvveti ile çevrilen değirmenlerde kepeğinden ayrılmadan un haline gelirdi. Bilimsel dilde, bu niteliği nedeniyle rafine edilmemiş un olarak adlandırılan unlardan yapılacak ekmeğin ise, beslenmede daha yararlı olduğu tıp otoritelerince kabul edilmektedir.
Bizim köyün emektarını da, bu tür unları ekmeğe dönüştüren bir toplumsal birim olarak yıllar boyu bacasını tüttürmüştü. Ne var ki zamanın durmadan değişen sosyal ve ekonomik koşulları, onu da çok eskilere uzanan anıları ve kültürü ile baş başa bırakmıştı. Şimdilerde ise şehitlerimizin hatırası olan Taş Fırın etkinliklerde ve şenliklerde faaliyet göstermektedir.
- Anmelden, um Kommentare verfassen zu können